top of page

Caroline Polachek - Desire, I Want to Turn Into You

Güncelleme tarihi: 13 Şub 2024

Bu aşk değil de ne?

ree
Kepçe kulaklarınızdan utanmayın, onları birer peri kanadı gibi sergileyin.

Beyoncé, Blood Orange, Grimes, Charli XCX gibi isimlerle çalışmış; aynı anda ilham aldığı isimler arasında Enya bile olacak kadar geniş bir müzik yelpazesi olan, modellik ile ilgilenen, yetmediği gibi az buz opera eğitimi bile almış bir isim daha biliyor musunuz? Artık biliyorsunuz: etiyle kemiğiyle aşk ve tutkunun yeni yüzü, Caroline Polachek.


Ramona Lisa mahlasıyla kariyerine başlangıç yapan, Conneticut doğumlu Caroline Polachek ile yaklaşık 6 ay önce tanışmıştım. Genelde büyükşehirde yaşayan ve A noktasından B noktasına ulaşması yaklaşık 1.5 saat alan bir insanın imdadına müzik yetişiyor. Ben de yapım gereği olsa gerek, kitap okumak yerine albüm dinlemeyi tercih ediyorum. Caroline’ı ilk olarak tabii ki son ve en popüler albümü Desire, I Want to Turn Into You ile tanımıştım.


Her zaman içimde bir yerlerde, muhtemelen 2000ler çocuğu olmam sebebiyle dönemin kraliçeleri Nelly Furtado, Avril Lavigne, Natasha Bedingfield, Kelly Clarkson gibi isimlerin işlerine karşı bir sempati duyuyordum. Benden önceki nesil zaten Enigma’yı, Yanni’yi, Duran Duran’i, Alphaville’i falan biliyor, New Age ve 80’ler Synthpop dinliyor. Ama ben nedense içten içe umarsızca McDonald's yiyip müzik kanalları izlediğim dönemleri özlüyorum. İşte tam burada 2000lerin hem teknolojiyle yeni tanışan teknopat halinden, hem de filmlerin başında yer alan domuz pastırmalı aile kahvaltılarından ilham alabiliyor hale geliyorum.


Tabii, Caroline 1985 doğumlu bir isim, aslında ciddi bir nesil farkımız da var ancak işlerinin gerçekten 2000leri başarıyla yakaladığını düşünüyorum. Biraz Suzanne Vega, biraz Dido… Sayısız ilham alanı bulabiliyorum, işleri hem beste hem güfte açısından inanılmaz zengin. Bunların hepsini geçtim, gerçekten çok başarılı bir vokal olduğuna inanıyorum kendisinin. Hatta şöyle bir bilgi de vereyim ilk kez dinleyecek olanlara: Sesindeki yapaylık kesinlikle Autotune kaynaklı değil. Böyle ilginç bir yeteneği var, anlatması da zor, ama dinlerken çok iyi anlıyorsunuz, sanki sesi bir klavye tarafından tık-tık bölünüyor gibi, mekanik geçişler yapabiliyor.


Tam da böyle derken albümünde bir parçada zamanında gönlümüzü fethetmiş Dido’nun da olduğunu keşfettim. Dürüst olmak gerekirse ben Dido’yla geldim, Dido’yla giderim. Düzgün kadın kardeşim, parayla bu sevgiyi satın alamazsın. Kadın bir defa kalbimize, gönlümüze girmiş.


Neyse, Caroline’ı daha fazla övmeden dilerseniz albümü okuyalım beraber.


Albümün Okuması

ree
Bu albüm beni böyle ilmek ilmek dokudu, yalan yok.

ree
Welcome to My Island'dan bir kare.

Caroline’ın adasına hoş geldiniz. Welcome to My Island ile 2000’lerin başından kalma bir coşku ile HE-HE-HE-HEY! Diye bağıran bol yankılı vokallerle sanki yakın arkadaşlarımızı bir eve toplayıp dev bir parti vermişiz, havuzlara atlamışız, zıplamışız hoplamışız, bazılarımız ilk kez aşık olmuş, bazılarımız eski aşkını özlemiş. Baştan aşağı epik bir gençlik marşı gibi bu şarkı. Ve aslında albümün tonunu da biraz belirliyor, albümü dinledikçe çok daha fazla hem aynı anda klişe hem de oldukça güzel seslere tanık olacaksınız. Bu da sizi Caroline’ın marjinallik ile normalite arasında kurduğu ince çizgiye davet edecek.


Yukarıda Dido ve Suzanne Vega dememin bir sebebi vardı. Şimdi bir isim daha ekleyeceğim Pretty in Possible için: Cocteau Twins’ten Elizabeth Fraser. Şarkı başlarken zaten aklınıza Suzanne Vega’nın Tom’s Diner’ı mutlaka gelecektir, ancak ilerleyen safhalarında Caroline’ın muhteşem “kelime yutma” yeteneğine şahit olacaksınız. Tıpkı Elizabeth Fraser’ın yazdığı-okuduğu çoğu şarkıda ne dediğini pek de anlamayacağınız gibi. Aradan kelimeler seçebiliyor olacaksınız ancak asla tam olarak ne dediğini anlamayacaksınız, sonra da sözleri okuyacaksınız. Top sizde tamamen. Kusursuz bir trip-hop çalışması diyebilirim, daha da överim ama diğer şarkılara ayıp olur.


Bunny is a Rider albümdeki en zayıf halka olabilir benim için. Çok keyifli bir dinlence olsa da yapı itibariyle H&M’de ya da Zara’da gezerken duyup Shazam’latacağınız bir şarkı gibi daha çok. Artistik olarak çok ciddi bir uğraşılmışlık olduğunu hissedemiyorum, daha piyasa işi gibi kalıyor, çok kolay eriyor arada. Tabii, Caroline’ın albüme “filler” olarak eklediği bir parça da olabilir, emin değilim. Yine de sözlerdeki Alice Harikalar Diyarı’nda göndermeleri pek hoş.


ree
“Hadi gidelim buralardan” diyen bir aşk şarkısından daha Akdenizli ne olabilir ki zaten? Conneticut Amerika’da olsa da bazı hisler evrenseldir.

Hemen ardından gelen Sunset, bir Fleet Foxes ya da Gypsy Kings parçası değil yanlış anlaşılmasın. Baştan aşağı belki de albümdeki en orijinal işlerden biri olabilir. Gerçekten insanın Yunanistan’daki büyük halasını ziyarete giderken gördüğü ayçiçek tarlalarına hayran kalacağı türden bir şarkı. Harika bir iş.




Eyvah eyvah, Caroline’ın albümü çok hızlı marjinalize ettiği noktaya geldik. Crude Drawing of an Angel baştan sona bir betimleme aslında. Cidden gözünüzün önünde hem ürkütücü hem de güzel bir sahne canlanıyor. Caroline, bir melek resmediyor ve bu meleğin neler yapmasını istediğini, aşkını nasıl anlatabileceğini paylaşıyor. Tüm bunları da kameralara kayıt ediyor. Biraz dominant, biraz işveli, bolca da ürkütücü bir parça. Burası Caroline’ın hasta ruhlu bir kız arkadaşa dönüştüğü alan, o yüzden şu ana kadar güzel güzel gelmişken böyle ani bir ruh değişiminden negatif etkilenmemek adına, tüylerimiz ürpererek sıradaki parçaya geçiyoruz.


I Believe açıkçası üzerine çok bir şey konuşmaya gerek olan, okuması ve sindirmesi kolay, yine arada kaynayacak türden bir parça. Filler diyecek olsam da, bu parçadaki 90’lar Garage sound’unu es geçemeyeceğim. Hakikaten güzel bir nostalji yaşatıyor, insan kendini 90’larda bir Rave’de hissediyor. Hemen bu yumuşak geçişin ardından gerçekten albümün ağır toplarından birine geçiyoruz.


Fly to You’da albümü ilk dinlerken sesini çokça benzettiğim Dido’nun da yer alması gerçek olamaz herhalde. Ama gerçek: Grimes, Dido ve Caroline Polachek bu parçada birlikte vokal yeteneklerini kapıştırıyorlar. Grimes’ın çok sevdiği tarzlardan, Jungle altyapısına oturtulmuş bu parça, Dido’nun çok sevdiği türden yankısı bol bulutlu vokallerle bezeniyor, Caroline’ın marjinal romantizmiyle bir Rönesans tablosu çiziyor bize. Dido kraliçemizin sesinden hiçbir şey eksilmemiş, yine sesinin bir bal-kaymak yumuşaklığındaki tonlarıyla bizi kutsamış sağ olsun. Muhteşem bir eser, tabiricaizse yağ gibi kayıp gitti.


Hazır bal-kaymak demişken, sıradaki parçamız Blood and Butter. Klişe bir 2000’ler pop parçası bu. Hatta yer yer Caroline değil de gerçekten Natasha Bedingfield söylüyor gibi geliyor, sanki şampuan reklamı izliyorum. Hava güneşli, özgür ruhlu genç güzel bir kadın ona hayran hayran bakan onca insanın arasında saçları parlaya parlaya, seke seke geziyor. Son anda da bir gayda -evet evet gayda gerçekten- gelip bizi bu çocukluk rüyasından uyandırıyor.


Hopedrunk Everlasting ile Caroline’ın şapeline giriş yapıyoruz artık ve burada bolca koro müziği var. İçinde bir avuç Beat eksikliği olan, daha çok Caroline’ın vokal yeteneklerini göstermeye çalıştığını düşündüğüm bu havadar parça ile gerçekten hem vokal becerisini hem ses aralığını rahatça keşfediyoruz. Arya gibi bir şey dinliyoruz aslında. Hem kutsal, hem romantik, hem özlem ve sevgi dolu. Nurlar içinde bırakıyoruz bu parçayı da ve Butterfly Net’e geçiyoruz.


Burada da ne yalan söyleyeyim biraz “Dad Rock” havası alıyorum. Ciddi bir King Crimson, Camel tadı var bu parçada. Muhtemelen kullanılan orglardan ötürü böyle düşünüyorumdur ama parça özlem dolu bir aşk türküsü gibi. Sonlara doğru Bongo’lar ve Ksilofon’lar ile gittikçe zenginleşerek klişelikten uzaklaşıyor.


Smoke ise Pretty in Possible’ın kötü kız kardeşi gibi. Biçimsel olarak benzeyen bu şarkı gerçekten de nakarat öncelerinde gittikçe benzerliğini hissettiriyor. Epik, teknolojik, biraz Hiperpop tadı olan bir parça. Albüm bitmeden önce son bir hareketlendiriyor bizi ve Billions ile başbaşa kalıyoruz. Burada da diyecek pek bir şey bulamıyorum. Never felt so close to you diyerek belki de bize sesleniyordur, Caroline’a kalbini bize açtığı için teşekkür etmek kalıyor geriye de.



ree
Siz siz olun, kız arkadaşınızın bir Mantikor'a dönüşmesine izin vermeyin.

Evet… Yemesi içmesi kolay, dinlemesi oldukça keyifli ve yer yer algılarımızla oynayan harika bir pop albümünü geride bıraktık. Bu noktada biraz nutkum tutuluyor açıkçası, gerçekten güzel bir yolculuk olduğuna inanıyorum. Caroline Polachek’e teşekkürlerimi sunuyorum ve gerçekten de yeni nesil Pop kadınları arasında belki lider belki mucit olarak yer alacağını düşünüyorum. Umarım Charli XCX, Rina Sawayama, Empress Of gibi isimler arasında ve bu isimlerin dışında bizi gerçekten yeteneği ve konsept oluşturma kabiliyetleriyle mutlu etmeye devam eder.


Arada bir kaşık bala limon sıkıp ye Caroline’cım, o sesine bir şey olmasın.


Bunlara bayıldım: Welcome to My Island, Pretty in Possible, Sunset, Fly to You

Şunları pek sevemedim: Bunny is a Rider, Crude Drawing of an Angel


Nihai skorum: 8.75/10

 
 
 

Yorumlar


bottom of page