top of page

Deftones - White Pony

Güncelleme tarihi: 17 Eyl 2023

At koşar, baht kazanır...

ree
Beyaz atlı prenslerimiz (soldan sağa): Sergio Vega, Stephen Carpenter, Chino Moreno, Abe Cunningham, Frank Delgado

İster 45 yaşında “benim zamanımda…” diyen, ister hala 2000’leri yad eden, isterseniz de TikTok’ta yeni nesil gotik giyimli gençlerin videolarını izleyen biri olun: Deftones efsanesini duymuşsunuzdur bir şekilde. Hatta şöyle diyelim: Deftones, Slipknot, Korn piramidi çoğu metal dinleyicisinin gözünde Nu Metal janrasının Teslis’i- yani kutsal üçlüsüdür.

ree
As bayrakları! As, as !

Geçtiğimiz senenin son çeyreği boyunca en meşhur albümleri ve belki de Magnum Opus’u diyebileceğimiz White Pony’i toplu taşıma sırasında; işe giderken, işten gelirken, spor yaparken, sadece etkinlik değil belli başlı duygu durumlarında da tüketir olmuştum. Dürüst olmak gerekirse ilk dinleyişimde çok kötü bir ağız tadı ve çok kötü bir ambiyans bırakmış olsa da, müzikalite açısından şaşırtıcı derecede zengin ve oyunlu bu albümü zaman içinde ayrılmaz bir parçam haline getirdim.


Bence çoğu dinleyici için Deftones’a giriş biraz böyle olmuştur; ilk etapta gelen ekşimiş bira ve soğuk pizza tadı, bir süre sonra duyarsızlaşan hisler ve ardından keyif alma aşaması.


ree
SBS'ye bir girişimiz var...

White Pony, bir önceki albümler Adrenaline ve Around the Fur’e kıyasla tam anlamıyla “piyasaya giriş” için oluşturulmuş bir albüm, hatta Maverick adlı bir plak şirketinin yönetiminde birkaç oynama ile finalize edilmiş bir yapım. Örnek vermek gerekirse albümün normal seyrinde karşılaştığımız ilk şarkı Back to School (Mini Maggit), özünde albümde yer almıyor. Keçi sakalı ve sıkılası yanaklarıyla sevgili solistimiz Chino Moreno’nun anlatımıyla, plak şirketi albümün çoğu dinleyici için ilk etapta çok köşeli olduğunu düşünüyor ve en azından giriş için o dönem çok da moda olan

Rap Metal ya da Nu Metal tadında bir şey eklenmesi gerektiği kanısına varıyor.


Bu konuda diretince, Deftones da şakayla karışık bir şekilde Back to School (Mini Maggit)’u hiç de ciddiye almayarak yapıyorlar ve üzerine çok klişe bir klip çekiliyor. Klibi izleyince anlarsınız, çok ciddi bir “çok haylazız, okulun yaramaz çocuklarıyız, müdürü sevmiyoruz, skateboard falan” tadı alacaksınız. İlginçtir, bir şekilde bu şarkı gerçekten tutuyor ve albümün satışlarına sağlam bir katkıda bulunuyor. Gerçekten de Deftones’un ciddiye almadığı bir işle beraber, normalde icra etmek istemeyecekleri bir tarzla bu başarıyı yakalamaları biraz da yüceliklerini gösteriyor diyebiliriz.

Albümün Okuması

Albüm genel olarak ufak tehlikeler ve huzursuzluklar içeriyor desem yalan olmaz. Gerek Chino Moreno’nun notalara ters giden vokal armonileri, gerek Stephen Carpenter’ın “disonans” dediğimiz bozuk seslerin bir araya getirildiği bir çalım tarzı; gerekse Frank Delgado’nun aygıtlarıyla parçalara eklediği çeşitli tatsız ama atmosferik ya da ritmik sesler. Tüm bunlara ek olarak albüme kasıtlı şekilde eklenen sorunlu sesler ve hikayeler de var. Tüyleri “kötü anlamda” diken diken edebilecek türden bir kitap okuyor gibiyiz; hatta bu albüme dair birkaç Trivia bilgilere ve sözlere beraber göz atalım.

ree

İlk olarak albümün aslında olmaması gereken parçası Back to School (Mini Maggit)’u bir yere ayıralım, direkt Feiticeira’dan başlayalım. Tam ritmine alışmışken bambaşka bir ritm ve melodiyle devam eden, aksak ritmlerle biraz kafamızı bulandıran bu parçaya dair çok kısa ve hoş bir hikaye var. Chino Moreno bir gün bir seyahat bülteni görüyor, öylesine eline alıp okuyor ve aradan Feiticeira diye bir kelime seçiyor. Aslen Portekizce olan bu sözcüğün telaffuzunu (Fey-çi-se-ra) çok beğendiği için bir şarkıya mutlaka eklemesi gerektiğini düşünüyor. Bu kadar…


Parçanın seyrinde But first, untie me, untie me for now ve She pops the trunk and she removes me / And a machine takes pictures of us gibi sözler de yer alınca yavaş yavaş şarkının ritmik olarak daha da karışık hale gelmesiyle; bu parçanın aslında bir kaçırılma hikayesi olduğunu fark ediyoruz. Bir cadı (Feiticeira’nın kelime anlamı) solistimizi kaçırıyor, polis onları takip etmeyi bırakıyor, kadıncağız solistimizi canı istediği yere kadar, bagajın içinde eli ağzı bağlı şekilde kaçırıyor.


ree
Sevgili okurlarım belki bana böyle bir gözlük hediye etmek isterler.

Hemen ardından gelen, çok daha atmosferik bir çalışma olan Digital Bath ise adından asla anlaşılmayacağı üzere bir duş sırasında ani bir elektrik şoku ile çarpılan bir kadını anlatıyor. Ve tabii ki bu duruma şahit olan bir adamı… Belki de bu durumu estetik bulan bir adamı. You breathed, then you stopped / I breathed and dry you off / And tonight I feel / Feel like more gibi sözlerle belki de bu adamın bu duruma sebep olduğunu düşünüyoruz, bu da zaten oldukça huzursuz Digital Bath’i bizim için daha da korkutucu hale getiriyor, her şey bir anda bir suç romanına dönüyor. İlginçtir, Back to School’dan önce bu parçanın albümün tanıtımında kullanılmasını uygun görmüş Deftones.


Elite gibi suratımıza yumruk atan, otorite karşıtı muhteşem bir parçayı albümün metinsel çalışmalarına dahil etmeyerek, hızlıca kafa sallayıp yerimde zıplayarak geçmek durumunda kalıyorum çünkü daha ileride ilgimizi çekebilecek çok fazla öğe var. Yine de duvarları balyozla kırabileceğiniz bir ortamınız varsa (bir inşaat, tadilat ya da… bilemiyorum.) Elite tam size göre.


ree
Chino ağabeyimizin şimdi Risa Mora ablamızla gayet normal seyir eden bir evliliği var.

Sentetik ve yine aksak bir ritmle bizimle buluşan Rx Queen ise pek trajik bir alt metne sahip. Chino Moreno’nun o dönemki eşi kanser ya da bağımlılık (buradan pek emin değilim, yine de) ile ciddi bir mücadele veriyor ve düzenli olarak yüklü miktarda ilaç almak durumunda kalıyor. Bu sebeple parçanın sözleri de, ismi de biraz ona dair. RX, İngilizce’de Prescription yani Reçete kelimesinin kısaltılmış hali. Reçete Kraliçesi diyebileceğimiz bu parçada Cause you’re my girl / And that’s alright / If you sting me, I won’t mind gibi pek üzücü bir nakarat ile aslında “senin için yapamayacağım şey yok, canımı da yaksan yanındayım, sorun değil” tematiğini başarıyla ve tabii ki canımızı sıkacak seslerle albüme entegre ediyor.


Albümün en sevdiğim parçalarından Street Carp ile bir anda kara bulutlar dağılıyor ve biraz da komik bir F*ckboy hikayesi dinliyoruz. Solistimiz bu sefer adresini tarif ediyor, çünkü bu adresi öğrenmek isteyen bir hanım var. Adresini sürekli olarak yanlış veriyor, bir süre sonra da bu sohbetten çok yorulup doğrusunu vermek durumunda hissediyor. “Al bunu, ne yaparsan yap” diyerek şarkıyı terk ediyor. Sonrasını bilmiyoruz… So write it down, now did you get it- get it? kısımlarında Abe Cunningham’ın muhteşem bateristliğine de laf ettirmiyoruz.


Teenager ile bir kadının kendini yeniden keşfedip değişmesi sebebiyle partnerinin ilgisini kaybetmesine dair bir hikaye dinliyoruz. Burada aslında bir vizyon da görüyoruz: O dönem çok meşhur olan Massive Attack, Portishead, yer yer Quantic ve DJ Shadow gibi isimlerin öncülük ettiği Trip-Hop janrasına dair az da olsa bir şeyler yapmak isteniyor. Zaten parçanın enstrümantasyonu genel olarak DJ’imiz Frank Delgado’ya ait.


Aslında bir tur otobüsünde bıçaklarla oynarken bir anda gelen esin ile Eyes Wide Shut teması üzerinden oluşturulan Knife Prty’e geçiyoruz daha sonra. Bize belki de aristokratların ve zenginlerin olası sapkın keyiflerinden ve şaşalı partilerinden bir tema sunuyor, gerçekten deneyimlemesi oldukça zor bir parça. Huzursuzluğu iliklerinize kadar hissettiren, canınızı sıkan, bir sorun olduğu duygusunu algıladığınız bir yolculuk. Sondaki çığlıkları eklemiyorum bile.

ree
Hepimizin başına gelmiştir.

Tıpkı Elite gibi Korea ile de yerimizde zıplayıp kafa sallıyoruz, hemen ardından Teenager gibi kıymetli bir esere geçerek Maynard James Keenan’ın katkılarıyla bizi sözlerde de anlatıldığı gibi bir otobana koyup son sürat ilerlemeye sevkeden bir duygu durumuna eşlik ediyoruz. Canımız adrenalin istiyor, zaten şarkı ilerledikçe kalp atışlarımız da artıyor. Sonrasında kendimizi akşamdan kalma bir şekilde, bir önceki gece lüks içinde geçen bir partinin sonrasında, gözümüze yansıyan sipsivri “sabah sekiz güneşi” ile uyanmaya çalışırken buluyoruz: Change (In the House of Flies) en ikonik Deftones parçalarından biri desek yalan olmaz, gerek nakaratı gerek sözleriyle bizi gerçekten sendeletmeye ant içmiş bir eser. Toksik bir ilişkinin dinamiklerinden haberdar olmak zorunda bırakılıyoruz, sonra da tamı tamına 7 dakikalık Pink Maggit ile bu ilişkinin en zararlı haline geçiyoruz: şiddet ve aşağılama. Yine çekmesi zor bir parça ile mutlu bir sona ulaşamadan albümü kapatıyoruz.

Deftones belki de gelecekte üreteceği tüm albümler için bir çıpa oluşturmakla kalmıyor, aslında 2000’lerin kayıtsız şartsız tüm Nu Metal grupları için bu işin nasıl yapılacağını gösteriyor. Gerek parçaların içindeki müzikal derinlik, gerekse söz yazımı ve hikaye anlatımı becerileriyle Deftones’un usta işi olacak bir çalışma ile karşılaşıyoruz. Şimdi gelin, bol pantolonlarımızı ve grup tişörtlerimizi rafa kaldıralım, geçmişten geriye bir adım atıp günümüze geri dönelim ve gerçekten de artık bu kadar etkili ve bu kadar belirleyici bir albüm üretilemeyeceği gerçeğiyle yüz yüze gelelim. Evet. Beyaz bir midilliye binip çıkacağımız masum yolculuk ne hallere geldi gerçekten… Ama ergenlik böyledir, yaklaşık 23 sene öncesinden seslendiğimizi unutmayalım. White Pony, Around the Fur, Adrenaline ve Deftones (grupla aynı ismi taşıyan albüm) albümlerini bu hisler ve müzikalite doğrultusunda keşfe çıkmak isteyen herkes için tavsiye ediyorum; zaten Saturday Night Wrist ile çok daha romantik, zararsız ve görece yaşlı bir müzikal akışa başladıklarını göreceksiniz.


Bunlara bayıldım: Feiticeira, Elite, Rx Queen, Street Carp, Korea, Passenger, Change

Şunları pek sevemedim: Knife Prty, Teenager


Nihai skorum: 8.5/10


Chi Cheng'e rahmetle...

 
 
 

Yorumlar


bottom of page