Död Mark - 4Evigt
- kaanakmansss
- 28 Nis 2024
- 6 dakikada okunur
Aşk'a uçmazsan, kanat neye yarar?

LEAAAANDOOEEEER!
Diye başladık ama bu sefer karşımızda Jonatan Aron Leandoer Håstad hazretleri yok. Bu sefer karşımızda Yung Lean mahlasıyla bildiğimiz Jonatan’ın yan projesi Död Mark var.
Bence ilk önce Yung Lean ile başlayalım anlatmaya.

Yung Lean’i benim gibi bağrına basıp potansiyelini görmüş insanlar değil de aksine kendisini sevmeyenleriyle daha iyi tanımlayabiliriz. Lean’in müziği her zaman birazcık çocuksu, her zaman oldukça amatör ve beceriksizceydi. Ama bu bilinçli mi yapılıyordu, bilinçsiz mi, asla anlayamadık. Ben şahsen bunu anlamakla vakit kaybetmeyerek UNKNOWN DEATH 2002 albümündeki potansiyeli yüksek anları bulmakla günlerimi geçirmiştim. Bu sırada üniversitemin ilk senesindeydim…
Lean’i en sevmeyenler bile Ginseng Strip 2002 parçasıyla illa ki duymuşlardır, yakın zamanda TikTok trendi haline de geldiği için bu şarkı yeniden biraz trend topic’ler arasına giriş yaptı, şimdi bile keşfetmiş olabilirler. Çok şey değişti o günden bu güne, Lean inanılmaz büyüdü ama o zamana geri dönecek olursak: Motorola, Kyoto, Hurt, Oreomilkshake gibi parçalar ile çoktan interneti kasıp kavuruyordu bile.
Herkes Lean’in -yine o döneme denk gelen- Vaporwave kültürüyle bezeli, Arizona Ice Tea ile sürekli ilişkilendirilen -nedenini bilmiyorum inanın- flow’dan ve kafiyeden uzak, kulak tırmalayan rap çalışmalarıyla dalga geçiyordu. SADBOYS yazmak bir meme olmuştu ancak ben şahsım adına hep Whitearmor, Yung Sherman, Yung Gud, Bladee gibi çok ama çok başarılı bulduğum genç prodüktörlerle çalışmasını çok heyecan verici buluyordum. İnancım vardı artık; Lean bir gün bu şakacı günlerini geride bırakıp gerçekten muhteşem bir sanatçı olacaktı, zaten yaratıcı potansiyeli gün gibi ortadaydı. Davam vardı: Herkes en az benim kadar yakından izlemeliydi bu çocuğu.

Birkaç yıl sonra çıkan Unknown Memory albümünde Travis Scott ile çalıştı ve az önce bahsettiğim prodüktörler bu albümde adeta DÖKTÜRDÜLER. UNKNOWN DEATH 2002’nin şaklabanlığı geride kalmıştı, artık ciddi ciddi müzik yapıyordu Lean. Sonrasında zaten Warlord geldi, söz yazımı ve flow konusunda geliştiğini gördük; Afghanistan, Miami Ultras gibi parçalarla ana akıma girmeye başladı ve seneler önce dalga geçilen absürt tarzı gerçekten de çocuksu, dejenere ve “kitsch” bir tarz olarak kabul gördü.
Warlord’dan bir sene sonra gelen Stranger’da kendini bize tanıttı, iç dünyasını açtı ve… hüngür hüngür ağladık. Gerçekten acılar çekmiş, ciddi olduğunda oldukça trajik, aşk acısını çok “brutal” bir dille anlatabilen bir çocukmuş meğer. Sonralarda Frost God’da A$AP Ferg ile; Stardust’ta FKA Twigs ile çalışma fırsatı yakaladı… Artık bu çocuğu durduracak bir şey yoktu, önemli biri olmuştu. Helal olsun Leandoer.
Lean bu süreçte post-punk, synthpop, trap falan derken sayısız farklı türde iş çıkardı ve hepsi göz kamaştırıcıydı. Bunların arasında unutulup giden Död Mark ise 2 kişiden oluşan bir punk projesi. Ta 2015’lerde Brand ve Ingenting ile hatırlıyorum; böyle iki üç adet teklisi vardı. O zaman yine o potansiyeli fark etmiştim. “İlk başta salakça geliyor ama sonra potansiyeli görüyorsun” demiştim. Cidden de öyle oldu. Şimdi Död Mark’ın Drabbad Av Sjukdom’dan sonraki 2024 model LP’si ile birlikteyiz: 4Evigt. *Bu arada yukarıda belirttiğim ilk denemeleri lütfen dinleyin, biraz hücum kayıt ve hız sevenlere çok iyi gelecek.
Albümün Okuması

Drabbad Av Sjukdom’un adeta kavga için meydan okuyan gözükara hali, Demos’un ergen öfkesi soslu amatör denemeleri geride kaldı. Baştan aşağı 80’ler romantizmi kokan bir albümle karşı karşıyayız.
Albümün kapağı zaten bizde “hava hafif yağmurlu, yerler nemli, sokakta tek başınasın ve efkarlısın, bir sigara yakıp yolda yürüyorsun, hüznünden omuzların önüne çöküyor” prompt’unu veriyor. Biz de müzik dinleyen organik zekalar olarak bu prompt’u afiyetle yiyip albüme giriş yapıyoruz.
Kristallslottet ile başlıyoruz ama endişelenmemize sebep olan bir şey var. Albümdeki tüm parçalar, yazılan tüm sözler ve parça isimleri İsveççe. Bu sebeple sizlere yardımcı olmak için ufak bir çeviri desteği alıp konuları yine şarkılara yedirerek anlatacağım. Örneğin, Kristalslottet’te baya bir manzara çiziliyor bize, biraz Taxi Driver’vari bir manzara. Tam az önce bahsettiğim sokaktan bahsediliyor, kaçıp gitmek isteyen ve gözleri umutla parlayan bir kızdan.
Zaten albümün Intro’suydu bu, geçti gitti, modumuzu yakaladık. FFF Freestyle gerçekten de bir Freestyle olsa gerek çünkü burada bir hikaye göremiyorum. El ele yürümek, yıldızlara doğru yürümek, beraber yürümek gibi söz öbekleri var. Evet enstrümantasyon olarak oldukça heyecan verici bir hüzün var, neredeyse Shoegaze-vari bir ses alıyorum ancak hikaye açısından burada görülecek pek bir şey yok. Sadece müziğe eşlik edecek, doğaçlama yazılmış pek de samimi olmayan bir aşk şarkısı var.
Gördüğünüz üzere biraz sinirlendim. 4Evigt bunu çok güzel toparlıyor. Bana Another Day in Paradise’ı çok hatırlatan melodilerle başlıyoruz. Asla yükselişe geçmeyen bir bateri ile devam ediyor, Jonatan’ın her zamanki sıkılgan ve amatör vokalleriyle başbaşa kalıyoruz daha çok. Ama bu şarkı için gerçekten çok güzel, çok hayalperest sözler yazmış. And I'm just getting older and older / It feels like I'm stuck in someone else's dream da ne demek? Gerçekten çaresiz bir parça. Camdan dışarı bakıyoruz üzgün üzgün, gökyüzündeki yıldızlara şarkılar söylüyoruz. Çok masum, çok parlak, çok tatlı.

ALBÜMDEKİ FAVORİM! İnanın bu parçayı anlatmak için çok heyecanlandım. Öga 4 Öga’yı okuyoruz şimdi. Bu parçanın içindeki vokal armoniler, akor basan grand piano, yankılanan bir bas gitar, ride’a ölümüne vuran bateri… Her şey o kadar güzel ki. Arabamıza bindik, ıslak yollarda nereye gittiğimizi bilmeden gidiyoruz, sabahın 3ü; sokak lambaları vızır vızır geçiyor iki yanımızdan. Her şey bu kadar güzelken bir de nakarattaki sözler beni altüst ediyor: If I were you, if I were God / If I were an ocean, would you stay? / If I were scent, if I were air / And if I speak the truth, would you even be happy? Baştan aşağı muhteşem bir parça. Devam.
Sırada I Din Sol ile albümün 14 parçasının içini dolduruyoruz. Nitelik olarak pek bir şey barındırmayan, bol Flanger pedallı düz bir punk parçası. Pek bir şey yok, kaydı gitti. Sırada ne var? Jägarstyle var. Bu parça da özel bakın. Dreams come, dreams go / When I wake up it’s the same song. Söze bakar mısınız? Biraz daha Midwest Emo tadı aldığımız bu parçada bir de yaylılar var. Bir rüya hali, bir yerine çakılı kalma, ileri gidememe, sıkışmışlık hali… Yine çok başarılı bir iş.
Tam Midwest Emo demişken Evighet yine aynı tadı alıyoruz. Saçmadır, parçada bildiğiniz “buralar dutluktu, gençken ahırımız vardı, ne güzeldi samanlarda koşturmak” hissi üzerine yerleşmiş bir kurgu var. Melodik olarak takibi çok basit olsa da şarkı ilerledikçe masum masum aralara sokuşturulan enstrümanlar, sonlara doğru yükselen Noise-vari yaklaşımlar… İlginç.

I Love Girls’e geçtik. Baya sarhoş sarhoş aşkımızı arıyoruz. Albüm ilerledikçe gürültü skalası artıyor
dikkat ettiniz mi? I Love Girls’te kesinlikle bardayız ve kör kütük sarhoşuz, günlerden Cumartesi ve sallana sallana aşkımızı arıyor, belki birilerini etkileriz diye karaoke yapıyoruz. Bilinçli bir şekilde alınmış gürültülü kayıt ve detone gitar detayları çok başarılı. Yazının ta başındaki yalnız bırakılmış sokaklar ve şehir etkisini çok derinden hissediyoruz.
Sanningsspegel ile Midwest Emo etkisi devam ederken… Bir dakika ya, Enya’nın bu albümde ne işi var? Pardon, Enya değilmiş. Baya New Age çalışılmış… Çok şaşkınım. Neredeyse Orinoco Flow oluyormuş bu parça. Pek başarılı bir deneme olarak gördüm. Sonra Minnen Blir Till År ile standart bir punk parçası içinde kayboluyoruz. Burada da ne bileyim… Sanki Avcılar’da saati 25 liraya bir stüdyoya gitmişim gibi hissettim. Filler olduğu belli bir iş diyor, geçiyoruz.
Blickar ile 80’ler aşk şarkılarına bir selam çakıyor, ışıltılı sözlerle ve biraz da Opera etkisiyle yolumuza devam ediyoruz. Jonatan bu sefer kalbimizi kırmayı, aşk acısı çektirmeyi misyon belirlemiş kendine, belli. Çok güzel kapanıyor, çok güzel gelişiyor bu parça. Min Väg ile çok ağır, neredeyse Doom etkisinde bir giriş yapıyoruz. Ayrılığın verdiği öfkeyi taşıyan, eski sevgiliye “Şimdi görürsün sen!” demelik bir moddayız. Nakarattaki çirkin derecedeki ince vokal armoniye dikkat kesilelim lütfen; hemen ardından gelen demir seslerine de. Parçada The air is clear, and the fog gray / The leaves fall hard as steel diye bir kısım var, bu da demek oluyor ki bu ses o düşen yaprakların hatrına eklenmiş. Böyle detaylara kurban olmaz mıyız? Harika bir iş bu tepeden tırnağa, albümdeki favorilerimden.
Strålkastarljus ile çok tanıdık bir temada ilerliyoruz. “Şu kıza da bir bakın, nasıl da yürüyor, ışıklar onun üzerinde” temalı bir çalışma ile birlikteyiz. Parçada içerik namına pek bir şey olmamasına rağmen bir çekiciliği var şüphesiz. Jonatan’ın baygın sesini dahi çekici buldurabilecek karizmada bir parça bu. Sona yaklaşıyoruz, inanın bana muhteşem bir son olacak.

Ikaros. Albümü hüngür hüngür kapatmamıza sebep olan bir parça. En azından benim yani. Aslen bir aşk ballad’ı gibi gelse de, adından da anlayacağınız üzere Icarus’u anlatıyor. Bilirsiniz, güneşe ulaşayım derken kanatları yanan Icarus’u. Parça zaten çok duygusal ilerlerken bir anda geliveren tenör saksafona dört beş damla gözyaşı bırakıyoruz. “We’ll all fade away / Why should you fly if you don’t reach the sun?” diye bir cümle var. Ağlamamak mümkün değil, Stranger’da duygusal olarak dinleyicileri altüst eden cümleler kurmayı beceren Jonatan burada da döktürmüş. Sonuçta, Aşk’a uçmazsan kanat neye yarar?
Utanmadan iddia ediyorum: Bu parçayla ya mışıl mışıl uyuyacaksınız ya da salya sümük ağlayacaksınız.
Evet. Her albümü de koca bir EVET. diyerek bitiriyorum ama bu albümde başka hisler içindeyim. Lean’in 16 yaşından beri gösterdiği gelişimi takdir etmekle yetinemiyorum artık, bu albüme hem bir konsept oturtup sıra sıra manzaralar ve durum hikayeleri yazmasına mı şaşırayım; yukarıdaki incelemede saydığım sayısız janraların etkin kullanımına mı şaşırayım… 4Evigt gerçekten insanı farklı hislere sürükleyen ve bunu şaşırtıcı derecede eforsuz şekilde yapan bir albüm.
İyi ki varsın Jonatan ya. Keşke ahbabım olsaydın. Belki bir gün İsveç’te görüşürüz, paşam.
Bir de geçmişe bir selam çakalım: S A D B O Y S
Bunlara bayıldım: 4Evigt, Öga 4 Öga, Blickar, Min Väg, Ikaros
Şunları pek sevemedim: FFF Freestyle, Evighet, Strålkastarljus
Nihai skorum: 7.5/10




Yorumlar