top of page

Morphine - Yes

Alev alev yandığım doğru...

ree
Dostlarla bir Pazar gezmesinden.

Bilen bilir, benim şu hayatta vazgeçemeyeceğim gruplardan biri Beehoover’dır. Beehoover kim diyeceksiniz, ilk kez duymuş olacaksınız muhtemelen. Suç sizde değil, YouTube’un 20K dinlenen şarkılarını keşfetmeye hayatını adamış olan bende tabii ki.


Özetle Beehoover Alman bir duo, bir bateri ve bir bastan oluşuyor. O zamandan beri derdim ki “Yahu bir bas bir bateri bu kadar iyi müzik nasıl yapıyor?” Sonra tabii son Beehoover dinleyişimin üzerinden herhalde 2 yıl falan geçti. 2 yılın sonunda kendimi bir sabah Morphine dinlerken buldum. Gelelim Morphine’i ilk duyduğum zamana. 


Yanılmıyorsam ajansımın bulunduğu komplekste bir kutlama ya da bir mini konser olacaktı emin değilim. Oranın yöneticisi / idarecisi baya da kallavi bir müzik zevkine sahipti, alanda hazırlıklar oluyordu. O sırada arkaplandan gelen ağdalı bir bas sesi, çekici bir saksafon ve ağır aksak bir ritm vardı. Gidip kolona yaklaşmıştım daha iyi dinleyip Shazam’lamak için ve Morphine’i öğrenmiştim. Aynı anda hem biraz karanlık, hem de çok karizmatikti. Ondan sonra kafama koydum, dedim kesinlikle ben bu grubu dinleyeceğim, mutlaka bu albümü yutmam lazım. Sonra aradan asırlar geçti, ben albümü 4-5 defa baştan sona dinledim ve ancak şimdi yazmaya karar verdim.


ree
Başlamadan önce, huzur içinde uyu Mark Sandman.

Bilmeyenler için, Morphine toplamda üç kişiden oluşan ufak bir grup. Bas gitaristimiz Mark Sandman, saksafoncumuz Dana Colley ve bateristimiz Jerome Deupree ile bir araya gelen, Massachusetts’li bir oluşum. Tarzlarına isim koymak biraz zor açıkçası; Alternatif Rock diyen var, Blues Rock diyen var… Bence her ikisi de değil. Kesinlikle Jazz’a daha yakın bir yapısı var, ama Jazz olamayacak kadar da minimalist, o yüzden Jazz kavramı da ağır kalabilir. Biz iyisi mi Morphine’i, “Morphinece” inceleyelim, Morphine’e yakışır şekilde.


Kendi gerçekten de küçük müzikal çemberi içinde çift saksafon ve iki telli bas gitar gibi ilginç yöntemlerle bugüne kadar duyduğum en zahmetsiz, en seksi, en Jazz olan ve olmayan müziği üreten grup Morphine.  Bugün inceliyor olduğumuz albümü Yes’in kapağında bir şömine ateşi var, gerçekten de tüm albüm öyle bir şey. Klişe (ki bunu Super Sex parçasında inceleyeceğiz) karizmatik, baştan çıkarıcı ve alabildiğine amerikan. Taxi Driver’ın soundtrack’i olsaymış olurmuş. 


O zaman üç oyla YES diyor ve başlıyoruz albümü okumaya.

Albümün Okuması

ree
CherryPop Blog'da bir inceleme yazısını baştan sona okuduktan sonra bizim eşgal.

Honey White’ın görkemli saksafon tüttürmesiyle albüme şoklayıcı bir giriş yapıyoruz. Baştan aşağı flört eden bir şarkı. Gerçekten de flört ediyor, sözlere indiğimizde Mark Sandman ağabeyimizin kadın standardını bile öğrenme şansımız oluyor: Balık etli, beyaz ve hijyenine dikkat eden. Bu parça oldukça eğlenceli, alışıldık, Swing dans yapmalık, klişe bir şarkı. 

Görece daha efkarlı bir şarkıya geçiyoruz: Scratch. Umut şarkısı tamamen, düzeni bozulmuş bir adamın hayata geri dönüşünü anlatıyor. Zaten geri dönmeyip ne yapacaktı ki? Aslında bu şarkının bir özelliği var ki daha yazıya girişte bahsettiğim “bence Blues değil” durumunu yalanlıyor. Bu şarkı hem konusu itibarıyla hem de melodik akışıyla tam bir Blues. Morphine en büyük mü bilemem ama çok büyük gerçekten.


Bass ve saksafonun yumruk gibi tek ve güçlü bir biçim aldığı Radar var sırada. Basit bir Rock parçasına benziyor ama yine malesef beni utandıran bir şey oluyor: bu parça da Blues. Yine başarısız bir aşk hikayesi. Biraz da esprili anlatılmış ama durum kötü, tam bir Blues. Morphine bir Blues Rock grubu olmamalı ya. Oluyor gibi yavaştan, korkuyorum.


ree
Evet, Whisper çalarken partnerinize aynen böyle bakmanız gerekiyor.

Ve gelelim bu albümle beni tanıştıran parçaya. Whisper. Aman allahım, aman allahım… Şarkı tek bir kelimeyle ifade edilse SEKS olurdu sanırım. O kadar çekici, o kadar dumanlı, o kadar kırmızı bir şarkı ki… Blues altyapısı olsa da bu sefer daha Smooth Jazz’a yakın bir yaklaşım var, zaten bu şarkının kulağa fısıldayan aurasına da bu yakışırdı diye düşünüyorum. 



YES! Geldik albümdeki favori parçama, albümün de adını veren parçaya. Muhteşem bir eser gerçekten, bu kadar yakalayan, bu kadar ritm tutturan bir parça daha duymamış olabilirim hayatımda. Olduğunuz yerde sizi minik minik oynatacak, kıpır kıpır yapacak ama sakinliğinizi de koruyacak bir şarkı. Mesajı da güzel aslında: “Ne yapacağını bilemediğinde, aklına ilk geleni yap gitsin.” Tabii şarkıdaki “Get in your go-kart and go” ve “Swing your swift sword” gibi aliterasyonlarla biraz Scat kültürüne de selam çakılmış olabilir, emin değilim.


All Your Way oldukça güzel bir şarkı bu arada. Yüksek testosteron içeren, biraz denizci hüznü barındıran, ERKEK bir şarkı. Burada birazcık hızlı bir hayat yaşamaktan, huysuz bir adam olmaktan, bu konudan da biraz pişman olmaktan bahsediliyor. “Umarım ölmeden önce senin baktığın gibi bakabilirim bazı şeylere” gerçekten kuvvetli bir dilek. Biraz duygulanıp yola devam ediyoruz.


Super Sex… Muhteşem komik bir şarkı. Dönemin seksi kadınlarının yazdığı cilveli şarkılara, dönemin yakışıklı beylerinin yazdığı karizmatik şarkılara çok güzel iğne batıran bir eser. Hareketli ve pek olmamış bir şarkı, bilerek yapıldığına eminim. Gülüp geçmelik yapılmış gibi. Yoksa “ Automatic taxi stop / Electric cigarette love baby / Hotel, rock 'n' roll, the discotheque / Electric super sex” ne demek? “You want a super ultra maxi funkie American love baby” ne demek? Gerçekten GTA Vice City oynadığım zamanlarda hayat kadınlarının bana kurduğu cümlelerin jargonuna çok benziyor. İnanılmaz suni, samimiyetsiz ve zorlama seksi. Çok komik bir şarkı… Çok.


Viskiler masaya konuldu, sigaralar yakıldı ve efkara düşüldü. Neden, çünkü I Had My Chance çalıyor. Pişman bir şarkı, üzgün bir şarkı. “Şimdiki aklım olsa” şarkısı. Bu şarkının verdiği kafa karışıklığı ve duygusal boşluğun hemen ardından The Jury isimli bir interlude geliyor. Bu interlude’da ise bir rüya yaşıyoruz. Tabii ki bu rüya baştan aşağı bir ERKEK rüyası. Yeni biçilmiş bahçenin kokusu, güzel kadınlar, güzel yemekler ve güzel içkiler. Arkaplanda yağ gibi kayıp giden, ağzı tıkalı saksafon bizi rüya alemine sürüklüyor, eriyip gidiyoruz ama eğlence burada bitmiyor.


ree
Dünyada bir ilk mi bilemem ama Dana Colley gerçekten de bazen çift saksafon çalıyor.

Sharks’a geçiyoruz. Bir anda hayatın ne kadar zor olduğundan, etrafta kötülüğünüzü isteyen ya da açığınızı kollayan sayısız insan olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Rock ile Jazz iç içe geçiyor ve kaotik bir şarkı çıkıyor ortaya. Sondaki dev saksafon karmaşası şarkıyı yeni bir zirveye taşırken vitesi 5’ten 1’e düşürüyoruz bir anda. Free Love ile neredeyse Doom Metal ağırlığında bir parçaya geçiyoruz. Jazz ayağı daha da güçleniyor, Sharks’da zaten sonlara doğru biraz sıyırmıştık, Free Love’da seviye atlıyoruz. Akli dengemizi şüpheye düşüren bir işe dönüşmeye başlıyor, korku ve öfke birikiyor. Malesef bir aldatılma şarkısı. Aldatılmak, yine de çok kızamamak, öngöremediği için kendine kızmak… “Normally love costs a bundle and a plenty of trouble” diyoruz, ceketimizi alıp çıkıyoruz.


Son şarkımız demeye uygun bir şarkı: Gone for Good. Indie Folk gibi resmen. Hikayesi de terkedilmişlik. Belki de Free Love ile bağlıdır biraz birbirine, emin değilim. Şarkı “Artık yoksun o yüzden şunları yapamayacağım” listesi gibi. Ben yine biraz sarkazm seziyorum burada, sanki “Artık yoksun o yüzden şunları yapamayacağım” içeren şarkıları “Artık yoksun o yüzden ŞUNLARI DA yapamayacağım” diyerek ikiye katlamış gibi. Neyse, keyifli bir final.

Evet… Görece büyük bir lokma yedik müzikal anlamda bence. Morphine gerçekten birçok janrayı birbirine harmanlayıp başarıyla icra eden bir grup. Zaten üç kişi, ne çıkabilir ki diye şüpheye düştüğünüz anlarda Morphine ve Morphine gibi gruplar böyle suratınıza tokat gibi çarpıyor. Aşk, ihtiras, ihanet, hayat… Her şey bu albümde. Biraz klişe, biraz agresif, biraz alkolik ama gerçekten şömine gibi sıcacık. Blues’tan girip Free Jazz’dan çıkmalı bir müzik şöleni. 


Dinlemeyen çok şey kaçırır mı? YES.


Bunlara bayıldım: Radar, Whisper, Yes, Super Sex, The Jury, Free Love

Şunları pek sevemedim: Gone for Good


Nihai skorum: 9/10

 
 
 

Yorumlar


bottom of page